[DİN] Allah (cc) Nerededir?

Ebubekir Sifil ve Halis Bayancuk bilgili insanlardır. Her birinin bazı söyledikleri bize ters gelse de, ikisi de alim kişilerdirler. İslami ilim açısından ikisinin de eline su dökemem. Allah (cc) ikisinden de razı olsun.
Rahmetli annemin teşvik ve terlikleriyle Kur'an öğrenmeye ve namaz kılmaya ilkokulda başladım (mekânı Cennet olsun). Az biraz mırıldansam terlik fırlatırdı mübarek :)
Liseyi bitirene kadar namaz kılar orucumu tutardım. Namazları, hergün 5'er vakit ve çok olduğu, bitmediğinden usanç verdiği için kafam estikçe kılardım. Oruç ise senede bir olduğu için hepsini tutardım.
Ama imanım taklidiydi, yani anne ve babadan, etrafımızdakilerden ne öğrendiysek o.
Üniversiteye başlayana kadar herhangi bir cemaat, tarikat vesaire ile tanışmadım. İmkânım yoktu; fırsatım da olmadı.
Ya inşaatlarda işçi olarak çalışırdım; ya da tarlalarda soğan, pamuk vesaire toplardım. Onlar olmayınca, sırtımda boya kutusu ayakkabı boyacılığı yapardım. O da olmasa, kafamın üstünde simit tepsisiyle simit satardım.
1986'da üniversiteye başlayınca kurtlar sofrasına konmuş gibi oldum. Bingöllü bir hemşehrimle tanışmıştım Malatya'da; imamlığı bırakıp üniversite okumaya gelmişti. Birkaç ay içinde peşine bir kız taktılar, önce namazı bıraktırdılar, sonra da dinden kopardılar!
1986'nın ortalarıydı sanırım. Bir gün İskenderun'lu bir sınıf arkadaşım "Sen Bingöllüsün, Bitlis'li Said Nursi'yi tanıyor musun?" diye sordu. Demardan giriş yapmıştı :) "Yok" dedim "tanımıyorum!" Gerçekten de tanımıyordum.
Bu arkadaş 1980'de üniversiteye başlamış, mide kanaması geçirdiği için üniversiteyi bırakıp eve gitmiş. Sonra af çıkınca 1986'da geri Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü'ne yazılmış. Oradan memnun olmadığı için bir şekilde bizim Kimya Öğretmenliği'ne kaydını yaptırmıştı.
Bediüzzaman Said Nursi'yi anlatmaya başladı. Sonraki günlerde Osmanlıca asıllarından Risale-i Nur okumaya başladı bana, fırsat buldukça, genelde yemekhanede, ders aralarında falan. Birinci Söz'den başladık, yanlış hatırlamıyorsam, ikinci, üçüncü… onuncu söz diye gittik.
Risaleler hem aklıma hem ruhuma hitap ediyordu. 1986'larda tanıştığım halde maalesef Risaleleri yeterince öğrendiğimi, onlardan hakkıyla istifade ettiğimi söyleyemem ama Allah'ımı (cc), Peygamberimi (sav), Kur'an'ın manasını, kısaca, dinimi Bediüzzaman'ın eserlerinden öğrendim, elhamdülillah.
(Parantez içi not: Risaleleri hiç okumayanlara, bir kardeşiniz olarak, tavsiye ederim. Risalelere ve Bediuzzaman’a önyargılı olanlara şunu diyebilirim “Batılı klasikleri önyargısız olduğunuz gibi Risalelere de önyargısız bakmayı deneyiniz. Batılı İslam düşmanı müsteşriklere tepki göstermediğiniz gibi Bediüzzaman’a da tepkisiz yaklaşmayı deneyiniz).
Taklidi olan imanımın önemli oranda tahkiki imana dönüşmesinde Risalelerin payı çoktur.
Ebubekir Hoca, büyük bir alim olan Bediüzzaman'a saygılıdır. Halis Hoca ise Bediüzzaman'ı eleştirir yer yer, zaman zaman. Hakaret olmadığı müddetçe eleştiriler anlaşılırdır. İslami ilimler açısından Halis Hoca'nin eline su dökemem; Halis Hoca da Bediüzzaman'ın eline su dökemez.
Allah nerededir?” konusunda, Halis Hoca'nın görüşünü daha makul görüyorum.
Bediüzzaman bir konuyu anlatırken, konuyu akla daha iyi yaklaştırabilmek için örnekler kullanır. Mesela, Allah'ın her yerde hazır ve nazır olduğu konusunu güneş örneğiyle anlatır (haşa, Allah'ı güneşe benzetmek gibi değil elbet).
Biz güneşten, güneş de bizden yaklaşık 150 milyon kilometre uzakta olduğu halde ışığıyla, ısısıyla, renkleriyle ve birçok vasfıyla beze çok yakındır. Hatta, gözümüzün içinden girip bize bizden daha yakın olur.
Sadece bize değil, milyarlarca bitkiye ve hayvana yakındır. Etkisi hücrelerimize kadar ulaşır. Cansız varlıklara yakındır. Parlak varlıkların, su damlacıklarının, köpüklerin içinde çoğalır, bir iken trilyonlar olur. Güneş sönse vücudumuzdaki hücrelerimizin faaliyetleri durur, hayatımız söner.
O halde, “biz güneşten çok uzağız ama o bize çok yakındır, o her yerdedir” diyebiliriz.
Kâinatın büyüklüğüne göre güneş ve gezegenleriyle birlikte güneş sistemimiz toz parçası kadar bile değil. Güneş sistemini içine alan Samanyolu Galaksisi, güneşimiz gibi 100 ile 400 milyar tane güneş ihtiva ettiği tahmin ediliyor. Saniyede 300 bin kilometre yol alabilen ışık, Samanyolu Galaksi’sinin bir ucundan diğer ucuna ancak 100 bin ışık yılında gidebiliyor! 100 bin ışık yılı yaklaşık 947 katrilyon kilometredir (946.000.000.000.000.000).
Samanyolu Galaksisi’nin büyüklüğü tam manasıyla hayal edebiliyor muyuz? Daha yanıbaşımızdaki Mars’a gitmeyi beceremeyen aciz insanoğlu için bu kadar büyük mesafe baş döndürücüdür!
Bitmedi…
Evrende (kainatta) Samanyolu Galaksisi gibi 2 trilyon (sayıyla, 2.000.000.000.000) galaksi daha olduğu tahmin ediliyor (sadece 2 trilyon galaksiyi gece gündüz durmaksızın saymak bile bizim 200 bin seneden fazla zamanımızı alır!). Kainat için “ucsuz bucaksız” veya “sonsuz” darken haksız sayılmayız.
Kur’an “gökler ve yer” ifadesiyle, bir kefeye yeri (dünyamızı) diğer kefeye de kâinatın geri kalan kısmını koyuyor. Yani, “gök” denirken sadece üstümüzdeki atmosfer anlaşılmamalıdır; atmosferin dışında olan, bütün genişliği ve büyüklüğüyle kainat, hatta, kainat ötesi de anlaşılmalıdır.
O halde, bir sivri sineğin gözündeki atomlardan kainata kadar herşeyi yaratan Allah (cc) nerededir?
Biliyoruz ki, bir şeyi yapan o şeyin içinde olamaz; o şeyin parçası olamaz. Yani, bir tabloyu çizen ressam o tablo olamaz, o tablonun parçası olamaz, o tablonun içinde olamaz. Bir pastayı yapan, o pastanın kendisi olamaz; pastanın bir parçası da olamaz; pastanın dışında, pastadan başka biri olmalıdır.
O halde, kâinatı yaratan Allah, kâinatın içinde ve kâinatın bir parçası olamaz; kâinatın dışında olmalıdır. Zâtı itibariyle (kendi olarak) kâinatın (varlık aleminin) dışında olmakla birlikte yaratmak, kontrol etmek, icraat yapmak itibariyle her yerdedir (güneş örneğini hatırlayın).
Vücudumuzdaki her hücrede bulunan 100 trilyondan fazla atomdan 40 milyondan fazla protein yaratıp, bunlara mükemmel bir şekilde iş gördüren; hem tek tek hücreleri, hem de vücudumuzu oluşturan yaklaşık 36 trilyon hücreyi mükemmel bir şekilde ve uyum içinde çalıştırarak bizi canlı tutan, sonsuz ilmiyle, sonsuz kudretiyle, sonsuz hikmetiyle Allah’tır (cc). الله أكبر!
Cenab-ı Allah, Miraç ile son peygamberini mucizevi bir şekilde bir bineğe bindirip Kâbe kavseyn olarak belirtilen varlık aleminin (kâinatın) ötesine ulaştırıp onunla görüşmüştür.
(Not: Mirac’ın fiziki olarak vuku bulduğunu akıllarına sığdıramayanlar, Allah’ı hakkıyla bilmeyenler ve Allah’ın sonsuz kudretini akıllarına sığdıramayanlardır. Hz. Peygamber bir binek temin edip kendi iradesi ve gücüyle Kâbe kavseyn, Sidretü'l-müntehâ’ya gitmemiş, Allah cc onu oraya aldırmıştır).
Birkaç ayet ve bir hadisle meseleyi kendi açımdan noktalamak istiyorum.
Semadaki zat (Mülk: 16 ve 17); Onun kürsüsü (tahtı) gökleri ve yeri içine alır... (Bakara: 255); Gökteki ilâh da, yerdeki ilâh da O'dur (Zuhruf: 84); Göklerin ve yerin mülkiyeti O'nundur. Diriltir ve öldürür. O her şeye güç yetirendir (Hadid: 2); Bilesiniz ki, O her şeyi ilmiyle, kudretiyle kuşatmıştır (Fussilet: 54); Nerede bulunursanız Allah sizinle beraberdir (Hadid: 4); O, göklerde ve yerde tek Allah'tır. Sizin gizlinizi, açığınızı, ne kazanacağınızı bilir (En'âm: 3); O'nun benzeri hiçbir şey yoktur (Şûrâ: 11)
Efendimiz’e (sav) bir cariye/köle getirilir. Ona sorar “Allah nerede?” diye. Cariye “Göktedir” deyince “Hayır, gökte degildir” diye itiraz etmez, sormaya devam eder: “Pekâlâ, ben kimim?” Cariye: “Sen Allah'ın Resûlüsün.” cevabını verince, Hz. Peygamber: “Bunu âzad et, zira mü'minedir” diye buyurur. https://x.com/CevdetAkbay/status/1845591008030888330 (13 Ekim 2024)

Comments

Popular posts from this blog